Ankaragücü Teknik Direktörü Emre Belözoğlu, TRT Spor’da yayınlanan “Daha Daha” programında açıklamalarda bulundu.
Emre Belözoğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Hala kendimi genç hissetsem de 43 oldum. Allah’tan hep hayal ettiğim bir hayat nasip ettiği için şükrediyorum. Çocukluğumda hayalini kurduğum birçok şeyin üzerinde bir hayat nasip oldu. Bundan dolayı çok mutluyum. Büyük fotoğrafa baktığımda her haliyle şükredeceğim bir hayatım var. Mutluyum. Futbol, ailemden sonra hayatımdaki en büyük tutkum. Öyle baktığımda kendimi hep değerli ve şanslı hissettim. Bu mesleğin çok büyük bir nimet olduğunu bildim bunun kendi içinde külfetleri de var ama dediğim gibi büyük fotoğrafa her haliyle şükredeceğim hayat oldu.
Burada büyük bir camia var. İmalatı Harbiye, Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren burada silah üretimi yapan öğrencilerin kurduğu çok önemli bir geçmişi olan, önemli ve büyük bir camia. O taraftarın sahaya verdiği baskıyı düşündüğünüz çok önemli bir kulüp olduğunu düşünüyorum. Birkaç görüşme sonrasında karar verdim. Geldiğim günden beri Ankara’yı, Ankaragücü’nü çok sevdim. Beklenti ve baskı beni besleyen duygu. Bu baskıyla, başarı merkezli yaşantıyla mücadele etmeye alışığım. Sadece biraz sabır gerektiren bir süreç var. Ankaragücü mirası olan bir kulüp ama doğru yönlendirmesi gereken bir mirası olan bir kulüp. Yolumuz uzun, daha sabırlı olursak önmeli işler başaracağımızı düşünüyorum
19 Mayıs’a taşındığında Avrupa Kupaları’nda oynayan bir takım yapabilirsek, verdiğimiz söz de bu, benden mutlusu olmaz. Benim için mükemmel bir tecrübe oluyor. İstanbul dışında Türkiye’de hiç çalışmamıştım ben. Ankara çok güzel bir şehir. Dar sokakları var, bir sokak kültürü var. İnsanları gayet naif. Ankara’yı çok sevdim. Ankaragücü’nü zaten çok seviyorum. Bunu da hissettirdiğimi düşünüyorum. İnşallah çok güzel günleri birlikte yaşarız. Mutluyum, inşallah insanları da mutlu ederiz orada.
Son 20 senesi çok istenilen gibi olmayan bir camia Ankaragücü. Kupayla ilgili bir özlem var. Sürdürülebilir bir başarı olması lazım bir felsefe ve metodun olması gerektiğini düşünüyorum. Bunu başarmak kolay değil Türkiye’de. Başarı ve kazanma odaklı olmak zorundasınız Türkiye’de. Ben bunu inşa etmek için her maçımı kazanma merkezli gidiyorum. O öz güveni yakalatabilirsek, kazanmaya alışan, kazanmayı isteyen ve bundan keyif alan bir takım oluşturursak, sonrasında inşa edeceğimiz küçük hamlelerle ben inanıyorum çok önemli yerlere gelebilir Ankaragücü 3-4 yıl içinde. Başkanımızın hedefi çok yüksek. Bu beni besliyor ama ben gerçekli bir hayal görüyorum, şampiyonlukların, Avrupa kupalarının. Başkent Ankarada, dünyada başkenti şampiyon olmamış tek ülke Türkiye. Bunu yakalayabilir benle ya da bensiz. Bunun için sabır ve dayanaklı irade gerekiyor. Sabırlı olmak gerekiyor. 40-45 gündür takımın içindeyiz. Her şey iyi gidiyorum. Memnunum, gerçekten mutluyum. İnsanların bana gösterdiği sevgiyi karşılığını vermek için ekibimle birlikte çok çalışıyorum.
Teknik direktörlük beni çok geliştiriyor. Bir psikolojisi olduğunu oyunun sporcuyken birçok kez düşünemediğim zamanlar olmuş bunu gördüm. Empati kurdum, çok kurdum. Bazen zorlansam da ama bunun ne kadar büyük bir psikolojik savaş olduğunu teknik direktörlükle birlikte daha çok kavradım.
Herkes futbolcuları 3-4 üniversite okumuş, eğitimlerini görmüş ve sahaya öyle çıkmış insanlar olarak görüyor. Bizi sorgular ve yargılarken çok hakkaniyetli davranıldığını düşünmüyorum. 14 yaşından beri ailemden senenin 7-8 ayı uzak yaşadım ben. Şöhretin getirmiş olduğu şeyler insanı bazen üzebiliyor. Gösterdiğimiz birçok tepki de duygusallığımıza bağlı. Dışarıda çok geniş bir hayatım yok. Bulunduğum ortamda insanlar benle olmaktan mutlu olurlar, eğlenceli bir insan olduğumu düşünüyorum. Gülerim, dertlerini dinlerim. Her zaman öyle olmamız gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de şöhretin karşılığı birçok kez algıdan ibaret, algı her zaman gerçeğin önüne geçiyor. Bununla mücadele edemeyeceğimi bunun boş bir hayal olduğunu gördüm.
Ben meydan okumayı seviyorum, bundan besleniyorum. Ben Galatasaray’dan Inter’e gittiğimde de Galatasaray’a bana teklif yapmıştı ama ben o kararı almıştım çoktan. Geri dönmeyi pek sevmiyorum karar aldıktan sonra. Fenerbahçe’ye gelişimde de böyleydi. Çok tepki göreceğimi biliyordum. Eşim de istemediğim bazı şeylere şahit oldu sokakta. Ancak bunu da yaşamamız gerekiyormuş. Galatasaray artık benim için bir takım ve bende emeği olan değerli insanları barındıran bir camia.
Deprem sürecinde bir soru gelmişti, ‘Galatasaray’ı çalıştırmak ister misiniz?’ diye. Büyük konuşmanın Türkiye’de yeri var ama ben şu an zamanı olmadığını düşünüyorum büyük konuşmanın. O dönem depremde binlerce insanımız ölmüş, büyük konuşarak tekrar bir ayrışmaya vesile olmak istemeyerek, ‘Olursa değerlendiririz, profesyonel hayat’ diye bir cevap vermiştim. Baktım hemen Galatasaraylılar, ‘Senin ne işin var Galatasaray’da’ dedi. Fenerbahçeliler, ‘Sana yakışıyor mu? Biz sana evimizi açtık’ dedi. Galatasaray’ın başında Okan Buruk’tan sonra Arda Turan’ı, Selçuk İnan’ı görmek isterim. Ben eğer Türkiye’de büyük bir takım çalıştıracaksam bunun Fenerbahçe olmasını isterim. Bu da olmazsa dünyanın sonu değil benim için. Benim en büyük hayalim, kariyerimin büyük çoğunluğunu Avrupa’da geçirebilmek.
Fenerbahçe taraftarları beni çok sevdi, ben de onları çok sevdim. Son nefesime kadar Fenerbahçe’nin bendeki yeri farklı olacak. Bazı şeyler ülkemizde ne yazık ki çabuk unutuluyor. 8-9 sene oynadık kaptanlık yaptık. 3 Temmuz’u yaşadık. En zor günde savaşmaktan geri durmadık. Ben Fenerbahçe’nin ta kendisiyim diyebilecek birkaç oyuncudan biriyim.
Atletico’dan ayrılırken Simeone bana, ‘Neden gidiyorsun? Kal’ dedi. Ben de ‘Fenerbahçe için gidiyorum’ dedim. Çocukluktan beri fanatik Fenerbahçe’liyim. Fenerbahçe benim için yarım kalan hikaye değil hayatın ta kendisi.
Ben Inter’e gittiğimde Serie A, futbolun NBA’iydi. Ben kariyerimde potansiyelimin altında tercihler de yaptım, performanslar da gösterdim. 32 yaşında tanıştığım Atletico Madrid serüveniyle 22 yaşında tanışmış olsaydım, o zaman Türkiye’ye dönmezdim. 38 yaşına kadar rahatlıkla Avrupa’da oynayabilirdim.”